Uyandım. Kesintisiz ağlıyor köpekler. Yüzüstü yatağımdayım... Sanki dev çiviler ellerimden, ayaklarımdan saplanıp yatağa sabitlemişler beni; kıpırdayamıyorum. Gözlerim boş duvara odaklı, ağlak köpeklerin yerini konuşan martılar aldı. Yorganın, seni de yoruyor mu anne?
'"Keşke'' dediğim ne varsa yapabilirim sanıyorum bazen, sihirli değneğim var sanıyorum. Her şeyin güzel olacağına dair sözler veriyorum. Ama olmuyor, olmuyor işte... Çünkü kendime acıdığım ölçüde çevremi acıtıp kanatmadan, yaşamlarının ve motivasyonlarının orta yerine çomak sokmadan üstesinden gelemiyorum hiç bir şeyin. Yazabildiğim ne var ki sanki sonu gelmeyen iç çöküşlerim, bitmek bilmeyen iç döküşlerimden başka? İşte bu, itiraf edilemeyen yalnızlıktır...
Başka hayatlar başlar da ben biterim belki diye 24'de 12'yi film ile geçiriyorum. Düşünüyorum sonra, fotoğrafları düşünüyorum. Daima gülümsediğimiz o fotoğrafları... Gerçekten mutlu muyduk o an şimdi isimlerini dahi hatırlayamadığımız o yüzlerle? Dilim böcek seslerine dönmüyor, ne çok şey söylemek istiyorum oysa...
Her şey kendi etrafında dönüyor... Kol saatlerim hiç durmuyor... Baharı görüp kelebeklerden, sonbaharı görüp yapraklardan kaçmaktan yoruldum. Seni incitmekten... Hep istemeden! Hep istemeden! Kayıp kayıp düşememekten, bir türlü dibe vuramamaktan yoruldum. Anlasana; tükeniyorum, ama bitmiyorum!
Kafamda onlarca tane intihar senaryosu... Diyorum ki içlerinden en kanlı olanı seçip imza atacağım hayata. Sonra diyorum ki istediğim an zaten ölebileceğim hayatta yalnızca düşlemek de yeterli...
Korkma anne; hayat seni de öldürmedi. Benimki bir kez olsun kendimi sevebilmek istemek sadece...
Alıntı..